Seni sevdik, Gönül verdik Şanlı Galatasaray

Seni sevdik, Gönül verdik Şanlı Galatasaray

28 Mayıs 2015 Perşembe



Adam geldi. Prandelli'nin maymuna çevirdiği takımı şahlandırdı. Belki aman aman top oynatmadı ama takıma özgüven aşıladı. Hırs ve azim aşıladı. Babacan davrandı. Sneijder bile her golden sonra ona koştu. Hamza bir baba gibi Sneijder'e sarıldı.Sneijder Hamza'yla birlikte özgüven kazandı, daha rahat oynadı. Yasin gibi bir adamı takıma monte edip, şampiyonluğu Yasin eliyle getirdi. 

Maç sonu açıklamalarıyla "beyefendilik nedir" cümle aleme gösterdi. Kıçı kırık emre kendisine artistlik yaptı diye ego yapmadı, onu bile vakur duruşuyla yaptığına pişman etti. Bir hafta 18'e almayıp cezalandırdı. Burak artistlik yaptı. Hamza maç sonunda "olur böyle şeyler" deyip oyuncusunu yere çalmadı. Hakettiği cezayı elbet verecektir. Vermeli de. 

Şampiyon olduğumuz akşam sıcağı sıcağına açıklama yapıyordu. şampiyonlukla ilgili konuştuktan sonra, lafı birden babasına getirdi. "onların bizim için yaptıklarının yanında bizim başarılarımız nedir ki" dedi. (muhtemelen babası binbir yoklukta Hamza'yı ve ailesini ayakta tutmuş, bugünlere getirmişti) "eminim ki babam benimle gurur duyuyordur" gibisinden bir şeyler söyledi, sesi boğuldu, gözleri doldu. "annemin de ellerinden öpüyorum" dedi. Daha fazla konuşamayıp sözlerine son verdi. 

Nasıl güzel bir insansın lan sen. nasıl tertemiz bir yüreğin var. 

Hamza Hamzaoğlu,

Belli ki güzel, mert, onurlu bir babanın oğlusun sen, bu yüzden bu takımın çocuklarına iyi bir baba olabiliyorsun.

21 Nisan 2013 Pazar

Vizyon

https://pbs.twimg.com/media/A2DG-81CAAAiiyX.jpg 

6 Maçlık bir organizasyonda mücadele eden takımı ilk 3 maçta 1 puan almışken Fatih Terim açıklaması;

''Henüz son sözümüzü söylemedik. Galatasaray bitti demeden hiç bir şey bitmez.''

Son 4 haftasına girilen ligde, 7 puan fark yemiş takımının maçından sonra Aykut Kocaman açıklaması;

''Galatasaray saha içi ve saha dışı gücüyle 7 puan farkı azaltmaz''


 

5 Aralık 2012 Çarşamba

Nerede Kalmıştık ?



Bu sezon baslarken ne demiştik hatırla; 
Nerede Kalmıştık?

Galatasaray, şampiyonlar ligi tarihinde üçüncü kez ikinci tura yükselerek zaten kendine ait olan rekoru da bir adim daha ileri taşımış oldu Şimdi önümüzde şakaya alınmayacak kadar ciddi rakipler var ve en son ikinci tura yükseldiğimizdeki gibi grup sistemi yerine çift Macli eleme sistemiyle karsı karşıyayız, bu acıdan isimiz daha zor. gelebilecek en kolay rakip şimdilik Malaga ve Schalke gibi görünüyor fakat bana kalırsa motivasyon yönünden bu iki takım bizim isimizi zorlaştırır. gerçi rakip seçmek bu dakikadan sonra çok saçma. biz UEFA’yı kazanırken oynadığımız tüm takımlar kendi liglerinin bas veya başaltı takımlarıydı. ayni şekilde, 6 maçta 5 beraberlik 1 mağlubiyetle çeyrek finali kaçırdığımız roma, liverpool ve barca grubu düşünelim; kim isterdi böyle rakipleri, kimse. herkes kolayını ister ama karşımıza çıkacak her engel bir öncekinden daha zorlu olacağı için artık rakip önemsiz..

Bu dakikadan sonra önemli olan eksik kadronun tamamlanması.. Fatih Terim Braga maçından sonra ocak ayini telaffuz ederek transferlerin sinyalini yaktı. mevcut kadroyla atıyorum "PSG ile eşleşsek bizi hacamat ederler, Barcelona dibimizi dover, x takim ebemizi beller" falan demiyorum ancak bu rakiplerle bu kadroyla mücadele etmek, 2001-2002 sezonunda ikinci tur grubunda oynamaya benzemez. futbol o doneme göre daha acımasız.

Galatasaray’da eksik olan temel olarak 4 şey var.

• Defansta bir lider
• Orta sahada topu gerektiğinde ayağında tutup gerektiğinde oyunu yönledirecek 10 numara
• Adam gibi orta açabilecek, Amrabat gibi hızlı bir sağ kanat
• Burak’ın yanına, Elmander'in yerine bitirici, pres yapabilecek bir forvet.

Madem Fatih Terim transfer icin sinyali verdi; şunu göz onunde bulundurmak da gerekir. Avrupa Kupalarinda bu sezon oynamis herhangi bir oyuncu isimizi gormez, misal Kaka. Turkiye Ligi icin mevcut kadro yeterli; Kaka ismi sadece kulfet olur. Ligdeki yabancı sınırlaması malum, bu bağlamda devre arasında bazı yabancı oyuncularımızla yolların ayrılması durumu söz konusu olabilir. Alınacak futbolcular ya Türk pasaportlu olacak veya Avrupa dışından olacak.Transferlerle kimler ilgilenecekse çok yoğun 2 ay yasayacak.

 Galatasaray’da görünen problemler

Hamit Altıntop bir tek bende degil, neredeyse tum Galatasaraylılar'da hayal kırıklığı oldu, takımda ağabeylik, toparlayıcılık beklerken kendisi buna muhtaç olmuş.
Emre Çolak gecen sezon kazandığı bütün kredisini kaybetmek üzere. ezdiği topları, verdiği hatalı pasları saymaktan yoruluyorum. daha çok genç, kendisine yazık ediyor.
J. Elmander gecen sezonun son maçında yasadığı o Allahsız, olmaz olasıca sakatlıktan sonra kendisini hala toparlayabilmiş değil. koşuyor, mücadele ediyor ama gecen sezonu maalesef mumla aratıyor. Bir şeyler yap artık, seni çok özledik amiral.
Cris tecrübe ve yas acısından takıma liderlik edebilecek vasıfları var ancak futbol Lyon’un parlak zamanlarındaki gibi değilbir anda T.Ujfalusi gibi bir adamin boslugunu doldurmak icin Galatasaray'a geldi ancak artik ondan gecmis mutlaka iş yapabilecek bir defans oyuncusu almak şart, Dany dediğin adam patlayacak bomba, Semih'in yanında oynaması gereken adam da ne Dany ne de Cris...

İkinci tura kalmak başari değil. eldeki şartlarla, bu formsuzlukla, sakatlıklar ve bazı etmenlerle, geliş sekliyle müthiş bir olay oldu. 2010 senesinin aralık ayındaki Galatasaray ile 2012 yılının aralık ayındaki Galatasaray’ı karsilastirdigimizda hayli doyurucu da sayılabilir. biraz daha geniş düşününce şampiyonlar ligi'nin ikinci turundan daha ileriye gitmek hiç zor sayılmaz. yapılacak transferlerle alınacak yeni düzen çok önemli. şimdilik rakip fark etmez. yeni düzen lazım. belli bir kadro düzeyine eristikten sonra gelecek rakip hiç fark etmez.

ve son olarak sunu söylemek isterim 5 aralık 2012 günü, beni 10 yıl daha gençleştirip o zamanki çocuk gibi sevindirip heyecanlandıran, bir hareket daha olsa gözlerimi ağlayacak duruma getirdiğin için teşekkürler Galatasarayım.. Bu sezon baslarken ne demiştik hatırla; nerede kalmıştık?


30 Ekim 2012 Salı

Ferenc Puskas







10 yaşındayken babası "Purczeld Biro" olan soyadını "Puskas" olarak değiştirmişti. O yıllarda babası onu oturdukları kasabanın takımı olan Kispest'e "Miklos Kovacs" takma adıyla yazdırmıştı. Çünkü 12 yaşına gelmeden kimse futbolcu olamıyordu. Kaldı ki babasının ta kendisi de Kispest kulübünde teknik direktörlük yapıyordu. Gazetelerden okuduklarıyla Arsenal'in hayranı olan; kadrosundaki Tony Drake ve Zamora gibi futbolculara imrenerek büyümeye başlayan Ferenc, Kispest genç takımında iyi performans göstermeye başladı ve 1943 yılında Nagyvarad'a karşı oynadığı maçla as takıma kadar yükseldi.

1947 yılında antrenör Bela Guttmann ile ilk 11 seçimi konusunda yaşadığı tartışma sonucunda ise Guttmann takımdan ayrıldı. Bu Puskas'ın ne kadar yıldız sayıldığının bir göstergesiydi. O Guttmann daha sonra Benfica ile Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazandı. Bu kavga olmasa belki de 60'lardaki Benfica efsanesi olmayacaktı.

1949 yılında Macar Savunma Bakanlığı, ordu adına takıma el koydu ve kulüp adını Honvéd olarak değiştirdi. Milli takımın da antrenörü olan ateşli Sosyalist Gusztav Sebes'in isteğiyle Honvéd'e el koyulduğu sonradan açıklandı. Bu olay sonucunda oyuncular da asker sayılmaya başlandı ve rütbeler kazandılar. Hatta çok iyi oynadığı için Puskas'a binbaşı rütbesi lâyık görüldü. O günden sonra Macaristan'da "Dört Nala Koşan Binbaşı" olarak anıldı. Honvéd iyi oyuncuları kadrosunda toplamak için yüksek subayların beğendiği pek çok oyuncuyu askeriyeye çağırdı ve dolaylı yollardan kadrosuna kattı. Ferençvaroş'tan Sandor Koscis, Zoltan Czibor ve Lazslo Budai, Vasas'tan Gyula Lorant ve kaleci Gylua Groscis da bu yolla (haksız da bir şekilde) Honvéd'e katıldılar. Bu üçlü Honved'e 5 lig şampiyonluğu yaşattı (1949-50, 1950, 1952, 1954, 1955). Puskas da dört sezon gol kralı oldu (1947-48 /51 gol , 1949-1950 / 31 gol, 1950 /25 gol, 1953 /27 gol). Üstelik 1947-48 sezonunda tam 51 gol kaydetti ve Avrupa Gol Kralı oldu. Ayrıca Puskas 1952 ve 1953'te FIFA tarafından "Dünya'da Yılın Futbolcusu" ödülü seçildi.




 George Best'ten bir Puskas anısı...







"Charlton, Law ve Puskas ile beraberdim, Avustralya'da bir futbol akedemisinde ders veriyorduk. Çalıştırdığımız gençler ona pek saygı göstermedi hatta kilosu ve yaşıyla alay etti... Sonra hocalardan biriyle arka arkaya 10 kez direğe vurmasına iddiaya girebileceklerini söyledik. Elbette ihtiyar ve şişko adamı seçtiler. Law onlara bu ihtiyar şişko hocanın kaç kere direğe vurabileceğini tahmin etmelerini istedi. Çoğu beşten az dediler. Ben ise 10 dedim. İhtiyar şişman hoca topun başına geldi. Ardı ardına 9 kez topu üst direğe yolladı. Onuncu atışta topu şöyle bir kepçeledi, iki omzunda ve başında sektirdi, sonra topuğuyla vurup üst direği vurdu. Hepsi suskun suskun dikilirken, çocuklardan biri bana onun kim olduğunu sordu, ben de cevap verdim: Siz ona "Bay Puskas" diyeceksiniz...



 



2 Ağustos 2012 Perşembe

Tarih, senin Kongrede Salonlarında söylediklerin değildir.



Tarih ısmarlama bir şekilde yazılmaz.

Tarih, senin internet sayfanda yayınladıkların değildir.

Tarihte belgeler konuşur. Tarih kayıt altındadır.

Yani, kısaca Tarih senin "Asr-ı Fener" de süsleyerek anlattığın gibi değildir gülüm.

Tarihi gerçekler bambaşkadır.

Ve Tarih en büyük şikecileri de yazar.

Hem de belgeleri ile.

Üstelik bu belgelerde şikenin sahaya inmiş olduğu da ispatlanmıştır.:))..
 
Şimdi sırayla gidelim ve bu ülkeye şikeyi Galatasaray mı getirmiş, yoksa bu işin de mucidi bugün olduğu gibi eskiden de Fenerbahçeymiş mi bir görelim.:))..

 1.BASKETBOLDA YAŞANANLAR...

İlk resmi Türkiye şampiyonası 1945-1946 sezonunda başladı basketbolda. İlk Türkiye şampiyonu ise Beykoz’du. Sonraki dört yılda üst üste Galatasaray kazandı Türkiye şampiyonluğunu.
 1950-51 sezonuna gelindiğinde Galatasaray’dan Türkiye şampiyonluğu bayrağını Harp Okulu aldı. Ertesi yılın şampiyonu da yine Harp Okulu’ydu. Sonraki sezonda Türkiye şampiyonu yeniden Galatasaray’dı. Ertesi sezon ise Modaspor.
 Bir sonraki sezon… Bir sonraki sezon Türkiye spor tarihindeki en çirkin olaylardan birisi gerçekleşti. Hep birlikte hatırlayalım.
 1954-1955 sezonunda Türkiye şampiyonası, 19-25 Nisan tarihlerinde altı takımın katılımıyla gerçekleştirildi İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nda: Modaspor, Galatasaray, Fenerbahçe, Harp Okulu, Ankaragücü ve Altınordu.
 İlk günkü maçlarda Galatasaray, Fenerbahçe ve Modaspor rakiplerini kolayca yendiler. Ertesi günkü en önemli maçta Modaspor Galatasaray’ı yenmeyi başardı; 67-62’lik skorla. Dördüncü günkü önemli maçta Modaspor’u 55-47 yenerek şampiyon olmak için büyük bir avantaj sağlayan takım Fenerbahçe’ydi.
 Galatasaray’la Fenerbahçe arasındaki şampiyonluk maçı 25 Nisan 1955, Pazartesi gecesi oynandı Spor ve Sergi’de. Fenerbahçe’nin şampiyon olması için Galatasaray’ı yenmesi yetiyordu. Hatta altı sayıyla kaybetse bile yine de şampiyon olacaktı Fenerbahçe. Galatasaray’ın şampiyon olması için ezeli rakibini en az 7 sayıyla yenmesi gerekiyordu.
 Bu önemli maçın ilk yarısını 25-20 önde kapattı Galatasaray. İkinci yarıda ise farkı 13 sayıya kadar yükseltti. Fenerbahçe’nin en iyi oyuncuları Altan Dinçer ve Sacit Seldüz beşer faulle oyun dışı kalınca Galatasaray’ın şampiyonluğu neredeyse kesinleşmişti.
 Ya da öyle sanıyordu herkes. Tâ ki maçın bitimine 44 saniye kala Galatasaray 40-27, yani 13 sayı öndeyken tribünden bir Fenerbahçe yöneticisinin inmesine dek. Türkiye spor tarihinin en çirkin kararlarından birine imza atarak Fenerbahçe basketbol takımını sahadan çekti tribünden inen o Fenerbahçe yöneticisi.
Tam anlamıyla şeytanî bir plandı bu. Şöyle. Fenerbahçe sahadan çekilip hükmen yenildiği için puan alamayacaktı o maçtan. Böylece Fenerbahçe sekiz puanda kalacak, Modaspor’la Galatasaray’ın puanları ise (9 puan) eşit olacaktı. Böylece ikili averaj devreye gireceği için şampiyon, Galatasaray’la oynadığı maçı kazanan Modaspor olacaktı. Galatasaray ise ikincilikle yetinmek zorunda kalacaktı şampiyon olması gerekirken.



Buydu işte o şeytanî plan. Ancak bu plan federasyondan döndü o gece. Çünkü kararlarını sahada yapılan şeytanlıkları görmezden gelerek değil, spor ahlâkını gözeterek veren yürekli insanlar vardı o dönem federasyonlarda. Maçtan hemen sonra acilen toplanan Basketbol Federasyonu kupayı ikiye bölerek hem Galatasaray’ı, hem de Modaspor’u basketbolda Türkiye Şampiyonu ilan etti.  




Böylece 1954-1955 sezonu basketbolda ilk ve tek olarak iki takımın da şampiyon olduğu sezon olarak geçti tarihe.
 Sizler unutturmaya çalışsanız Tarih unutturmaz o yarım ama şerefli kupayı. Çünkü tarih sadece şampiyonları değil, küçük oyunlar yüzünden şereflerini korumayan takımları, kulüpleri de yazar. Hem de üzerinden tam 60 küsur sene geçmiş olsa bile. Hem de unutmamak ve affetmemek üzere.

Bildiğiniz gibi Galatasaray camiası bir Cemal Nalga skandalı ile sarsıldı. Herkes biliyor ki Galatasaray camiasından tek bir kişi bile bu (ADI ÜSTÜNDE) skandalı asla savunmadı ve hatta büyük çoğunluk her türlü zararı kabul edip başkandan takımı ligden çekmesini dahi istedi. Herkesten önce kulüp sorumluları bünyesinden uzaklaştırdı ve gereken cezaları verdi.
 Hiç kimse, "KIM YAPTIYSA, NE YAPTIYSA KULÜBÜ IÇIN YAPMIŞTIR" demedi....
 İşte, ne için yapıldığı belli olmayan ve Galatasaray'a yaşattığı rezillikten başka en ufak bir getirisi olmayan bu (BİZİM DE KABUL ETTİĞİMİZ) rezillik için ASRIN SKANDALI diyen malum kişilerin geçmişte bu ülke halkına yaşattıklarını bir kez daha gözler önüne serelim ve tekrar bir hatırlatmada bulunalım.
 Okuyun ve TARİHİN TOZLU SAYFALARINDAN YERİNİ ALAN İLK VE EN BÜYÜK ŞİKE VE SKANDAL'ı ile bizlerin SKANDAL dediği CEMAL NALGA olayını bir karşılaştırın bakalım. CEMAL NALGA olayı bir SKANDAL ise ki öyle.. O ZAMAN F.BAHÇE'NİN YAPTIĞININ ADINI NE KOYMAK GEREKİR.. KARAR DA YORUM DA SİZLERİN..


 2. FUTBOLDA YAŞANANLAR... 

1951 yılında FENERBAHÇE  İNÖNÜ STADINDA BEŞİKTAŞ İLE YAPACAĞI LİG MAÇINA SIRF GALATASARAY ŞAMPİYON OLMASIN DİYE HERKESİN GÖZÜNÜN İÇİNE BAKA BAKA SAHAYA İKİ LİSANSSIZ FUTBOLCU İLE ÇIKARAK, BİLEREK İSTEYEREK HÜKMEN MAĞLUP OLMUŞ...
 Bu Rezalet Fenerbahçe'nin önde gelenlerinden ve taraftarlardan büyük tepki görmüş.. Üstüne üstlük.. Efsane futbolcu Lefter bu maçta öyle bir penaltı kaçırmış ki evlere şenlik.. İşte o penaltı günün gazetelerinde """Lefter'in akıllara hayret verici penaltısı uzun müddet bizzat Fenerliler tarafından yuhalanmıştır""" şeklinde yer almış.

YAŞANANLARI KISACA ÖZETLEMEK GEREKİRSE;

1951 yılı İstanbul Ligi son maçlar (Galatasarayın 1 maçı eksik) 8 Nisan 1951. Son maç Beşiktaş-Fenerbahçe. Fenerbahçe, Beşiktaşı yenerse, Galatasaray eksik maçını kazanması halinde şampiyon. Beşiktaş, Fenerbahçeyle berabere kalır yada kazanırsa Beşiktaş şampiyon. Fenerbahçe maça iki tane lisansız futbolcuyla çıkıyor, maçın hakemi maçı başlatmadan önce uyardığı halde bilerek ve isteyerek hükmen mağlup oluyor, Galatasaray şampiyon olmasın diye. Oynanan maçı da Beşiktaş 3-1 kazanıyor.



Bazı gazete ve mecmualar "Güzel bir formülle(!!!) sahaya gayri nizami iki oyuncu ile çıkan Fenerbahçe Beşiktaş’a borcunu ödedi." derken bazı gazeteler de “BORÇ ÖDENDI ALACAK NE İDİ  diye başlık atarken sonradan mesele çok daha iyi anlaşılmış.

Meğer Fenerbahçenin 1943 yılından bir borcu varmış Beşiktaşa....

Meğer bu maçtan yaklaşık 8 sene önceki hesap şöyle oluşmuş.

Tarih 23 Mayıs 1943. Günlerden Pazar.

Şeref Stadında Milli Küme karşılaşmalarının sonuncusu Beşiktaşla Fenerbahçe arasında oynanacak. Eğer maçı Beşiktaş kazanır veya berabere kalırsa Galatasaray, yenilirse Fenerbahçe şampiyon olacaktı. Herkes Galatasaray aleyhinde iki rakibin anlaştığını iddia ediyordu. Nitekim Beşiktaşlılar sahaya acayip bir takımla çıkınca dalavere bütün çıplaklığıyla kendini gösterdi. Amma Beşiktaşlılar efendice(!!!!!) hareket edip, Fenerbahçelilerini geçen hafta yaptıkları gibi hükmen mağlubiyeti evvelden kabul etmeyerek kozlarını sahada pay etmek istediler. Bu karşılaşmadan evvel Fenerbahçe ile yaptıkları üç maçı da kazanan Beşiktaşlılar ne olursa olsun, Galatasaray şampiyon olmasın diye çıkardıkları şu garip takıma bakın aziz okuyucularım: Celadet- Saim, İbrahim-Hüseyin – Ömer - Ali- Sabri - Hakkı –Kemal – Cahit - Şükrü..
Ve pek tabi, bundan evvelki son üç maçında Beşiktaş'a mağlup olan Fenerbahçe eşsiz(!!!!!) bir galibiyet alarak Beşiktaşı 4-1 yener...

Ertesi gün bu maçı Cumhuriyet gazetesine tanınmış bir spor muharriri Eşref Şefik haberini şu başlıkla yazmıştı.“ŞEREFSIZ BEŞIKTAŞ TAKIMI DÜN FENERBAHÇEYE 4-1 YENILDI”... İşte tarih tekerrürden ibarettir derler. Çok doğru bir söz. Tam sekiz sene sonra Fenerbahçeliler, Beşiktaşlılara olan şampiyonluk borçlarını ödediler. Hem de ne şekilde. Faiziyle birlikte. Evvela hükmen mağlup oldular. Yani Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşmalarının 90.ıcısı olan maçı hükmen yani 3-0 ve 91.incisi olan hususi maçı da 3-1 kaybederek. Herhalde Fenerbahçenin kıymetli idarecileri alacaklı olan Beşiktaşlılara borçlarını faiziyle ödemekten ziyadesiyle memnun ve mesrurdurlar. Bereket versin biz Galatasaraylıların buna benzer ne bir borcumuz ve ne de bir alacağımız var.
 Yukarıda bahsettiğim o meşhur 3-1'lik mağlubiyet ile ilgili olarak;
 9 Nisan 1951 tarihli SON TELGRAF gazetesinde “Dünkü maça iki lisansız futbolcu ile başlayan F.B., hükmen mağlubiyeti kabul etmişti. Bu müessif hadiseye inzimamen sahadaki oyunu da 3-1 kaybetti.” Başlığı altında HALİT KIVANÇ’ın yazısı aynen şöyle idi: ... Lig şampiyonunu tayin edecek olan dünkü maç, maalesef pek nahoş bir şekilde kapandı ve spor hayatımızın acı vakalarından biri olarak tarihe geçti... ...Normal olan şekli F.B. takımının en kuvvetli tertibiyle sahaya çıkması ve rakibini yenmesi idi. Bu arada dolaşan dedikodulara aslan inanmıyor ve Sarı-Laciverdin bu kudretli kadrosunu bekliyorduk. Fakat maç saati geldiği anda, İnönü Stadyumunu dolduran 25 binden fazla seyirciyi hayal sukutuna uğratan bir manzara ile karşılaştık. F.B. sahaya lisansı olmayan iki oyuncu ile çıkıyordu. Evet, Fener takımı, daha birinci dakikada mağlubiyeti hem de kendisine bir tek puan bile kazandırmayacak olan hükmen mağlubiyeti kabul etmişti. Bu demektir ki, Sarı-Lacivertliler puan ve fikstür icabını suistimal ederek şampiyonluğu Beşiktaşa vermeyi uygun görmüşlerdi....F.B. gibi şerefli ve şöhretli bir kulüp, bu gibi kaprislere alet olacak tıyniyette bir teşekkülmüdür? Sarı-Lacivert şeref dolu tarihinde böyle peşin bir mağlubiyet bulunduğunu biz zannetmiyoruz. F.B. taraftarları dün büyük yeis içindeydiler, günü erken saatlerinden itibaren stada koşan binlerce seyirciyi istismar etmeye kimin hakkı vardı?

...Herhalde bu hadisenin resmi bazı neticeleri de olacaktır. Başta böyle bir gayrinizami oyuna müsaade eden hakem olmak üzere müsebbipler hakkında gereken kararların alınması doğru olur.

 O günlerdeki gazetelerde ve mecmualarda yazanları anlatmaya kalkmayayım çünkü sayfalar yetmez yaşanan o rezillikleri anlatmaya...

Mesela, en basitinden HER GÜN gazetesinin söz konusu maç ile ilgili başlığı aynen şöyle idi;

"SATILAN FENERBAHÇE"

İşte Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel 'in sözleri: “Çok hazin bir spor hadisesi karşısında bulunuyoruz. Bir Fenerbahçeli olarak üzüntüm büyüktür. Fenerbahçenin yaptığı bu hareket, asla sportmenliğe sığmaz. Ben bazı Fenerli arkadaşlarımla, meseleyi anlar anlamaz maçın yarısında stadı terkettim. Fenerli idareciler çok çirkin bir iş yapmışlardır.”.....


 Acaba "BU ÜLKEYE ŞİKEYİ GALATASARAY GETİRMİŞTİR" diyen süper zeki(!) beyfendiler(!) bu konularda ne düşünürler, ne söylerler gerçekten çok merak ediyorum.:))..

EMİNİM ŞİMDİ AZİZ  BEY İLE ÖĞÜNDÜKLERİ GİBİ, ŞİKE İLE GURUR DUYDUKLARI GİBİ O GÜNLERDE YAŞANANLAR İÇİN DE BİR KURTULUŞ SAVAŞI HİKAYESİ UYDURURLAR. O DAVRANIŞLARINDAN DA BİR KAHRAMANLIK DESTANI ÇIKARIRLAR.:))..

Daha ayrıntılı bilgi isteyenler: http://www.turkspor.net/default.asp?o=1&id=55075

22 Mayıs 2012 Salı

Baba, Hadi Bana Ali Sami Yen'i Anlat

Mahalle futbolu benim mahallemde yok artık. bizlere ilham veren o eski futbolcular yok. sokaklarda bizim heyecanımızla top koşturan çocuklar yok. ne yaparsak yapalım eski Galatasaray yok. Mecidiyeköy yok, Kapalı da Eski açık da yok. o temiz oyun yok artık, onu temiz tutma kavgasında yenildik. futbola dair çok fazla şey kaybettik biz.

 yerine yapılacak alışveriş merkezi için inşaat çalışmalarına ara vermeden devam ederken Merhum Ali Sami Yen'i andık geçen gün Biraz buruk biraz hüzünlü.. Parçalı formayı yıkılmadan gidip içinde görebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. yıllar sonra anlatabileceğim, "ben de bulundum" diyebileceğim için bahtiyarım.

Belki yıllar sonra Parçalı Formayı giymiş Bir Futbolcumuz aşağıdakine benzer bir anı anlatacak ve o statda bir nefes bile bulunanlar çok şey anlayacak

ARJANTİN

Buenos Aires'de işçi ailelerinin yoğunlukla yaşadığı Boedo Semtinde bir stad vardır . San Lorenzo'un eski stadı Estadio Gasometro..

San Lorenzo, 1979'da borçları yüzünden stadı satmak zorunda kalmıştı. Yeni stadın ismini de Nuovo (Yeni) Estadio Gasometro koymuşlar. Sonra da eski başkanlarından Pedro Bidegain'in ismi verilmiş yeni stada. Eski stadyumunu kapasitesi 75 bin olan San Lorenzo 14 yıl evsiz kaldı. 1993'de açılan yeni stadı ise 43 bin kişilikti.

El Nene" Sanfilippo

Gerisini ; Kitapları onlarca dile çevrilen ve 20'den fazla ülkede yayımlanan yazar Osvaldo Soriano,dan dinleyelim.

Sevgili Eduardo,
Geçen gün Carrefour’daydım. Biliyorsun, orası San Lorenzo Kulübü’nün eski stadının bulunduğu yere inşa edilmişti. Oraya, San Lorenzo’da dört yıl arka arkaya gol kralı olan, çocukluk dönemimin kahramanı Sanfilippo ile birlikte gittik. Tencereler, tavalar, peynirler, asılı duran sucuklar arasında dolaşıyorduk. Kasaya yaklaşmıştık ki, Sanfilippo birden kollarını açarak bana şöyle dedi:
“Düşün ki, Boca ile oynadığımız maçta Roma’ya golü tam bu noktada atmıştım.”
El arabasına tepeleme doldurduğu konserveleri, etleri, sebzeleri güçlükle taşıyan şişman bir kadının önüne geçerek konuşmaya devam etti:
“Futbol tarihine geçen en hızlı goldü o.”
Kornerden gelecek topu bekler gibiydi ve heyecanla o ânı anlatıyordu:
“Takımın gençlerinden 5 numaraya şöyle dedim: ‘Düdük çalınır çalınmaz topu bana havadan gönder. Hiç heyecanlanma, seni mahcup etmeyeceğim.’ Ben yaşça ondan büyüktüm, çocuğun adı Capdevilla’ydı. Heyecanlanmıştı, beceremeyeceğinden korkuyordu.”
Sanfilippo mayonez şişelerinin olduğu yeri işaret ederek anlatmayı sürdürdü:
“Topu tam oraya yerleştirdi.”
Etraftaki müşteriler nefeslerini tutmuş, bizi izliyordu.
“Top defansın ortasında oynayan adamların arkasına düştü. Hemen fırladım fakat biraz uzağa gitmişti. Şu pirinç torbalarının durduğu yere, görüyor musun?”
Alt sıradaki rafı gösteriyordu. Sonra yepyeni lacivert takım elbisesine, gıcır gıcır cilalı ayakkabılarına aldırış etmeden bir tavşan gibi fırladı. “…güm diye bir çaktım topa!”
Sol ayağıyla vurmuştu. Otuz yıl önce kalenin bulunduğu, şimdi kasanın durduğu yöne doğru çevirdik bakışlarımızı… Hepimiz topun kaleye girişini görür gibiydik. Tam pillerin ve tıraş bıçaklarının dizili olduğu yerden girmişti.
Sanfilippo sevinçle kollarını havaya kaldırdı. Müşteriler ve kasiyer kızlar coşkuyla alkışlıyordu. Neredeyse hüngür hüngür ağlayacaktım. O zamanlar Nene takma adıyla bilinen Sanfilippo, 1962’deki golü yeniden atmıştı, sırf ben göreyim diye…
Osvaldo Soriano


Ama iyi oldu Ali Sami Yen stadyumunun yıkıldığı. neden iyi oldu ? Çünkü böylesine Paranın Esiri olmuş bir Futbol Dünyasında , Böylesine bir yapının kalması, hem böylesine mükemmel ruhu olan bir yapıya ihanet, hem de bu hale gelmiş Türk Futboluna hakaretti O stadyumda Metin'in ayak izi vardı Futbolun gerçek ruhu vardı  . İhanetler son bulmadı ama  O temiz ruhun çimleri  kurtuldu üzerinde kirli ayakları yürümedi  . 

Umarım tez zamandaTürk Futboluda  kurtulur.  



 

15 Mayıs 2012 Salı



Galatasaray'ın kupayı karanlık stadda alması sanırım daha anlamlı olamazdı:

-Senaryosu itinayla yazılmıs binlerce oyun
-Günah geçisi olarak ilan edilmiş ve şikeyi tek başına yapmış gibi ceza alan futbolcular
-Federasyonun bir takımı kurtarmak için türk futbolunun geleceğinden vazgeçmesi
-Galatasaray'ı da bir şekilde bu pisliğin içine çekme çabaları
-Türlü türlü yüzsüzlükle şampiyonluğu hala hakettiğini savunan ve şampiyon olamayınca haketmiş gibi ortalığı talan eden binlerce taraftar

... ve daha niceleri.

O karanlıkta tek parlayan şey Galatasaray oldu. 
Tek bir leke olmadan. 

O kupa bunca karanlığın içinde kalktı ya bana yeter..