C@ptain
Hayat futbola fena halde benzer ; dört doğru pas, yüzde doksan goldür.
Seni sevdik, Gönül verdik Şanlı Galatasaray

28 Mayıs 2015 Perşembe
Adam geldi. Prandelli'nin maymuna çevirdiği takımı şahlandırdı. Belki aman aman top oynatmadı ama takıma özgüven aşıladı. Hırs ve azim aşıladı. Babacan davrandı. Sneijder bile her golden sonra ona koştu. Hamza bir baba gibi Sneijder'e sarıldı.Sneijder Hamza'yla birlikte özgüven kazandı, daha rahat oynadı. Yasin gibi bir adamı takıma monte edip, şampiyonluğu Yasin eliyle getirdi.
Maç sonu açıklamalarıyla "beyefendilik nedir" cümle aleme gösterdi. Kıçı kırık emre kendisine artistlik yaptı diye ego yapmadı, onu bile vakur duruşuyla yaptığına pişman etti. Bir hafta 18'e almayıp cezalandırdı. Burak artistlik yaptı. Hamza maç sonunda "olur böyle şeyler" deyip oyuncusunu yere çalmadı. Hakettiği cezayı elbet verecektir. Vermeli de.
Şampiyon olduğumuz akşam sıcağı sıcağına açıklama yapıyordu. şampiyonlukla ilgili konuştuktan sonra, lafı birden babasına getirdi. "onların bizim için yaptıklarının yanında bizim başarılarımız nedir ki" dedi. (muhtemelen babası binbir yoklukta Hamza'yı ve ailesini ayakta tutmuş, bugünlere getirmişti) "eminim ki babam benimle gurur duyuyordur" gibisinden bir şeyler söyledi, sesi boğuldu, gözleri doldu. "annemin de ellerinden öpüyorum" dedi. Daha fazla konuşamayıp sözlerine son verdi.
Nasıl güzel bir insansın lan sen. nasıl tertemiz bir yüreğin var.
Hamza Hamzaoğlu,
Belli ki güzel, mert, onurlu bir babanın oğlusun sen, bu yüzden bu takımın çocuklarına iyi bir baba olabiliyorsun.
21 Nisan 2013 Pazar
Vizyon

6 Maçlık bir organizasyonda mücadele eden takımı
ilk 3 maçta 1 puan almışken Fatih Terim açıklaması;
''Henüz son sözümüzü söylemedik. Galatasaray bitti demeden hiç bir şey bitmez.''
Son 4 haftasına girilen ligde, 7 puan fark yemiş takımının maçından sonra Aykut Kocaman açıklaması;
''Galatasaray saha içi ve saha dışı gücüyle 7 puan farkı azaltmaz''
''Henüz son sözümüzü söylemedik. Galatasaray bitti demeden hiç bir şey bitmez.''
Son 4 haftasına girilen ligde, 7 puan fark yemiş takımının maçından sonra Aykut Kocaman açıklaması;
''Galatasaray saha içi ve saha dışı gücüyle 7 puan farkı azaltmaz''
5 Aralık 2012 Çarşamba
Nerede Kalmıştık ?
Bu sezon baslarken ne demiştik hatırla;
Nerede Kalmıştık?
Galatasaray, şampiyonlar ligi tarihinde üçüncü kez ikinci
tura yükselerek zaten kendine ait olan rekoru da bir adim daha ileri taşımış
oldu Şimdi önümüzde şakaya alınmayacak kadar ciddi rakipler var ve en son
ikinci tura yükseldiğimizdeki gibi grup sistemi yerine çift Macli eleme
sistemiyle karsı karşıyayız, bu acıdan isimiz daha zor. gelebilecek en kolay
rakip şimdilik Malaga ve Schalke gibi görünüyor fakat bana kalırsa motivasyon yönünden
bu iki takım bizim isimizi zorlaştırır. gerçi rakip seçmek bu dakikadan sonra çok
saçma. biz UEFA’yı kazanırken oynadığımız tüm takımlar kendi liglerinin bas
veya başaltı takımlarıydı. ayni şekilde, 6 maçta 5 beraberlik 1 mağlubiyetle çeyrek
finali kaçırdığımız roma, liverpool ve barca grubu düşünelim;
kim isterdi böyle rakipleri, kimse. herkes kolayını ister ama karşımıza çıkacak
her engel bir öncekinden daha zorlu olacağı için artık rakip önemsiz..
Bu dakikadan sonra önemli olan eksik kadronun tamamlanması.. Fatih Terim Braga maçından sonra ocak ayini telaffuz ederek transferlerin sinyalini yaktı. mevcut kadroyla atıyorum "PSG ile eşleşsek bizi hacamat ederler, Barcelona dibimizi dover, x takim ebemizi beller" falan demiyorum ancak bu rakiplerle bu kadroyla mücadele etmek, 2001-2002 sezonunda ikinci tur grubunda oynamaya benzemez. futbol o doneme göre daha acımasız.
Galatasaray’da eksik olan temel olarak 4 şey var.
• Defansta bir lider
• Orta sahada topu gerektiğinde ayağında tutup gerektiğinde oyunu yönledirecek 10 numara
• Adam gibi orta açabilecek, Amrabat gibi hızlı bir sağ kanat
• Burak’ın yanına, Elmander'in yerine bitirici, pres yapabilecek bir forvet.
Madem Fatih Terim transfer icin sinyali verdi; şunu göz onunde bulundurmak da gerekir. Avrupa Kupalarinda bu sezon oynamis herhangi bir oyuncu isimizi gormez, misal Kaka. Turkiye Ligi icin mevcut kadro yeterli; Kaka ismi sadece kulfet olur. Ligdeki yabancı sınırlaması malum, bu bağlamda devre arasında bazı yabancı oyuncularımızla yolların ayrılması durumu söz konusu olabilir. Alınacak futbolcular ya Türk pasaportlu olacak veya Avrupa dışından olacak.Transferlerle kimler ilgilenecekse çok yoğun 2 ay yasayacak.
Galatasaray’da görünen problemler
Hamit Altıntop bir tek bende degil, neredeyse tum Galatasaraylılar'da hayal kırıklığı oldu, takımda ağabeylik, toparlayıcılık beklerken kendisi buna muhtaç olmuş.
Emre Çolak gecen sezon kazandığı bütün kredisini kaybetmek üzere. ezdiği topları, verdiği hatalı pasları saymaktan yoruluyorum. daha çok genç, kendisine yazık ediyor.
J. Elmander gecen sezonun son maçında yasadığı o Allahsız, olmaz olasıca sakatlıktan sonra kendisini hala toparlayabilmiş değil. koşuyor, mücadele ediyor ama gecen sezonu maalesef mumla aratıyor. Bir şeyler yap artık, seni çok özledik amiral.
Cris tecrübe ve yas acısından takıma liderlik edebilecek vasıfları var ancak futbol Lyon’un parlak zamanlarındaki gibi değilbir anda T.Ujfalusi gibi bir adamin boslugunu doldurmak icin Galatasaray'a geldi ancak artik ondan gecmis mutlaka iş yapabilecek bir defans oyuncusu almak şart, Dany dediğin adam patlayacak bomba, Semih'in yanında oynaması gereken adam da ne Dany ne de Cris...
İkinci tura kalmak başari değil. eldeki şartlarla, bu formsuzlukla, sakatlıklar ve bazı etmenlerle, geliş sekliyle müthiş bir olay oldu. 2010 senesinin aralık ayındaki Galatasaray ile 2012 yılının aralık ayındaki Galatasaray’ı karsilastirdigimizda hayli doyurucu da sayılabilir. biraz daha geniş düşününce şampiyonlar ligi'nin ikinci turundan daha ileriye gitmek hiç zor sayılmaz. yapılacak transferlerle alınacak yeni düzen çok önemli. şimdilik rakip fark etmez. yeni düzen lazım. belli bir kadro düzeyine eristikten sonra gelecek rakip hiç fark etmez.
ve son olarak sunu söylemek isterim 5 aralık 2012 günü, beni 10 yıl daha gençleştirip o zamanki çocuk gibi sevindirip heyecanlandıran, bir hareket daha olsa gözlerimi ağlayacak duruma getirdiğin için teşekkürler Galatasarayım.. Bu sezon baslarken ne demiştik hatırla; nerede kalmıştık?
Bu dakikadan sonra önemli olan eksik kadronun tamamlanması.. Fatih Terim Braga maçından sonra ocak ayini telaffuz ederek transferlerin sinyalini yaktı. mevcut kadroyla atıyorum "PSG ile eşleşsek bizi hacamat ederler, Barcelona dibimizi dover, x takim ebemizi beller" falan demiyorum ancak bu rakiplerle bu kadroyla mücadele etmek, 2001-2002 sezonunda ikinci tur grubunda oynamaya benzemez. futbol o doneme göre daha acımasız.
Galatasaray’da eksik olan temel olarak 4 şey var.
• Defansta bir lider
• Orta sahada topu gerektiğinde ayağında tutup gerektiğinde oyunu yönledirecek 10 numara
• Adam gibi orta açabilecek, Amrabat gibi hızlı bir sağ kanat
• Burak’ın yanına, Elmander'in yerine bitirici, pres yapabilecek bir forvet.
Madem Fatih Terim transfer icin sinyali verdi; şunu göz onunde bulundurmak da gerekir. Avrupa Kupalarinda bu sezon oynamis herhangi bir oyuncu isimizi gormez, misal Kaka. Turkiye Ligi icin mevcut kadro yeterli; Kaka ismi sadece kulfet olur. Ligdeki yabancı sınırlaması malum, bu bağlamda devre arasında bazı yabancı oyuncularımızla yolların ayrılması durumu söz konusu olabilir. Alınacak futbolcular ya Türk pasaportlu olacak veya Avrupa dışından olacak.Transferlerle kimler ilgilenecekse çok yoğun 2 ay yasayacak.
Galatasaray’da görünen problemler
Hamit Altıntop bir tek bende degil, neredeyse tum Galatasaraylılar'da hayal kırıklığı oldu, takımda ağabeylik, toparlayıcılık beklerken kendisi buna muhtaç olmuş.
Emre Çolak gecen sezon kazandığı bütün kredisini kaybetmek üzere. ezdiği topları, verdiği hatalı pasları saymaktan yoruluyorum. daha çok genç, kendisine yazık ediyor.
J. Elmander gecen sezonun son maçında yasadığı o Allahsız, olmaz olasıca sakatlıktan sonra kendisini hala toparlayabilmiş değil. koşuyor, mücadele ediyor ama gecen sezonu maalesef mumla aratıyor. Bir şeyler yap artık, seni çok özledik amiral.
Cris tecrübe ve yas acısından takıma liderlik edebilecek vasıfları var ancak futbol Lyon’un parlak zamanlarındaki gibi değilbir anda T.Ujfalusi gibi bir adamin boslugunu doldurmak icin Galatasaray'a geldi ancak artik ondan gecmis mutlaka iş yapabilecek bir defans oyuncusu almak şart, Dany dediğin adam patlayacak bomba, Semih'in yanında oynaması gereken adam da ne Dany ne de Cris...
İkinci tura kalmak başari değil. eldeki şartlarla, bu formsuzlukla, sakatlıklar ve bazı etmenlerle, geliş sekliyle müthiş bir olay oldu. 2010 senesinin aralık ayındaki Galatasaray ile 2012 yılının aralık ayındaki Galatasaray’ı karsilastirdigimizda hayli doyurucu da sayılabilir. biraz daha geniş düşününce şampiyonlar ligi'nin ikinci turundan daha ileriye gitmek hiç zor sayılmaz. yapılacak transferlerle alınacak yeni düzen çok önemli. şimdilik rakip fark etmez. yeni düzen lazım. belli bir kadro düzeyine eristikten sonra gelecek rakip hiç fark etmez.
ve son olarak sunu söylemek isterim 5 aralık 2012 günü, beni 10 yıl daha gençleştirip o zamanki çocuk gibi sevindirip heyecanlandıran, bir hareket daha olsa gözlerimi ağlayacak duruma getirdiğin için teşekkürler Galatasarayım.. Bu sezon baslarken ne demiştik hatırla; nerede kalmıştık?
30 Ekim 2012 Salı
Ferenc Puskas
10 yaşındayken babası "Purczeld Biro" olan soyadını "Puskas" olarak değiştirmişti. O yıllarda babası onu oturdukları kasabanın takımı olan Kispest'e "Miklos Kovacs" takma adıyla yazdırmıştı. Çünkü 12 yaşına gelmeden kimse futbolcu olamıyordu. Kaldı ki babasının ta kendisi de Kispest kulübünde teknik direktörlük yapıyordu. Gazetelerden okuduklarıyla Arsenal'in hayranı olan; kadrosundaki Tony Drake ve Zamora gibi futbolculara imrenerek büyümeye başlayan Ferenc, Kispest genç takımında iyi performans göstermeye başladı ve 1943 yılında Nagyvarad'a karşı oynadığı maçla as takıma kadar yükseldi.
1947 yılında antrenör Bela Guttmann ile ilk 11 seçimi konusunda yaşadığı tartışma sonucunda ise Guttmann takımdan ayrıldı. Bu Puskas'ın ne kadar yıldız sayıldığının bir göstergesiydi. O Guttmann daha sonra Benfica ile Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazandı. Bu kavga olmasa belki de 60'lardaki Benfica efsanesi olmayacaktı.
1949 yılında Macar Savunma Bakanlığı, ordu adına takıma el koydu ve kulüp adını Honvéd olarak değiştirdi. Milli takımın da antrenörü olan ateşli Sosyalist Gusztav Sebes'in isteğiyle Honvéd'e el koyulduğu sonradan açıklandı. Bu olay sonucunda oyuncular da asker sayılmaya başlandı ve rütbeler kazandılar. Hatta çok iyi oynadığı için Puskas'a binbaşı rütbesi lâyık görüldü. O günden sonra Macaristan'da "Dört Nala Koşan Binbaşı" olarak anıldı. Honvéd iyi oyuncuları kadrosunda toplamak için yüksek subayların beğendiği pek çok oyuncuyu askeriyeye çağırdı ve dolaylı yollardan kadrosuna kattı. Ferençvaroş'tan Sandor Koscis, Zoltan Czibor ve Lazslo Budai, Vasas'tan Gyula Lorant ve kaleci Gylua Groscis da bu yolla (haksız da bir şekilde) Honvéd'e katıldılar. Bu üçlü Honved'e 5 lig şampiyonluğu yaşattı (1949-50, 1950, 1952, 1954, 1955). Puskas da dört sezon gol kralı oldu (1947-48 /51 gol , 1949-1950 / 31 gol, 1950 /25 gol, 1953 /27 gol). Üstelik 1947-48 sezonunda tam 51 gol kaydetti ve Avrupa Gol Kralı oldu. Ayrıca Puskas 1952 ve 1953'te FIFA tarafından "Dünya'da Yılın Futbolcusu" ödülü seçildi.
George Best'ten bir Puskas anısı...
"Charlton, Law ve Puskas ile beraberdim, Avustralya'da bir futbol akedemisinde ders veriyorduk. Çalıştırdığımız gençler ona pek saygı göstermedi hatta kilosu ve yaşıyla alay etti... Sonra hocalardan biriyle arka arkaya 10 kez direğe vurmasına iddiaya girebileceklerini söyledik. Elbette ihtiyar ve şişko adamı seçtiler. Law onlara bu ihtiyar şişko hocanın kaç kere direğe vurabileceğini tahmin etmelerini istedi. Çoğu beşten az dediler. Ben ise 10 dedim. İhtiyar şişman hoca topun başına geldi. Ardı ardına 9 kez topu üst direğe yolladı. Onuncu atışta topu şöyle bir kepçeledi, iki omzunda ve başında sektirdi, sonra topuğuyla vurup üst direği vurdu. Hepsi suskun suskun dikilirken, çocuklardan biri bana onun kim olduğunu sordu, ben de cevap verdim: Siz ona "Bay Puskas" diyeceksiniz...
2 Ağustos 2012 Perşembe
Tarih, senin Kongrede Salonlarında söylediklerin değildir.
Tarih ısmarlama bir şekilde yazılmaz.
Tarih, senin internet sayfanda yayınladıkların
değildir.
Tarihte belgeler konuşur. Tarih kayıt altındadır.
Yani, kısaca Tarih senin "Asr-ı Fener"
de süsleyerek anlattığın gibi değildir gülüm.
Tarihi gerçekler bambaşkadır.
Ve Tarih en büyük şikecileri de yazar.
Hem de belgeleri ile.
Üstelik bu belgelerde şikenin sahaya inmiş olduğu
da ispatlanmıştır.:))..
Şimdi sırayla gidelim ve bu ülkeye şikeyi
Galatasaray mı getirmiş, yoksa bu işin de mucidi bugün olduğu gibi eskiden de
Fenerbahçeymiş mi bir görelim.:))..
1.BASKETBOLDA YAŞANANLAR...
İlk resmi Türkiye şampiyonası 1945-1946 sezonunda
başladı basketbolda. İlk Türkiye şampiyonu ise Beykoz’du. Sonraki dört yılda
üst üste Galatasaray kazandı Türkiye şampiyonluğunu.
1950-51 sezonuna gelindiğinde Galatasaray’dan
Türkiye şampiyonluğu bayrağını Harp Okulu aldı. Ertesi yılın şampiyonu da yine
Harp Okulu’ydu. Sonraki sezonda Türkiye şampiyonu yeniden Galatasaray’dı.
Ertesi sezon ise Modaspor.
Bir sonraki sezon… Bir sonraki sezon Türkiye spor
tarihindeki en çirkin olaylardan birisi gerçekleşti. Hep birlikte hatırlayalım.
1954-1955 sezonunda Türkiye şampiyonası, 19-25
Nisan tarihlerinde altı takımın katılımıyla gerçekleştirildi İstanbul Spor ve
Sergi Sarayı’nda: Modaspor, Galatasaray, Fenerbahçe, Harp Okulu, Ankaragücü ve
Altınordu.
İlk günkü maçlarda Galatasaray, Fenerbahçe ve
Modaspor rakiplerini kolayca yendiler. Ertesi günkü en önemli maçta Modaspor
Galatasaray’ı yenmeyi başardı; 67-62’lik skorla. Dördüncü günkü önemli maçta
Modaspor’u 55-47 yenerek şampiyon olmak için büyük bir avantaj sağlayan takım
Fenerbahçe’ydi.
Galatasaray’la Fenerbahçe arasındaki şampiyonluk
maçı 25 Nisan 1955, Pazartesi gecesi oynandı Spor ve Sergi’de. Fenerbahçe’nin
şampiyon olması için Galatasaray’ı yenmesi yetiyordu. Hatta altı sayıyla
kaybetse bile yine de şampiyon olacaktı Fenerbahçe. Galatasaray’ın şampiyon
olması için ezeli rakibini en az 7 sayıyla yenmesi gerekiyordu.
Bu önemli maçın ilk yarısını 25-20 önde kapattı
Galatasaray. İkinci yarıda ise farkı 13 sayıya kadar yükseltti. Fenerbahçe’nin
en iyi oyuncuları Altan Dinçer ve Sacit Seldüz beşer faulle oyun dışı kalınca
Galatasaray’ın şampiyonluğu neredeyse kesinleşmişti.
Ya da öyle sanıyordu herkes. Tâ ki maçın bitimine
44 saniye kala Galatasaray 40-27, yani 13 sayı öndeyken tribünden bir
Fenerbahçe yöneticisinin inmesine dek. Türkiye spor tarihinin en çirkin
kararlarından birine imza atarak Fenerbahçe basketbol takımını sahadan çekti
tribünden inen o Fenerbahçe yöneticisi.
Tam anlamıyla şeytanî bir plandı bu. Şöyle.
Fenerbahçe sahadan çekilip hükmen yenildiği için puan alamayacaktı o maçtan.
Böylece Fenerbahçe sekiz puanda kalacak, Modaspor’la Galatasaray’ın puanları
ise (9 puan) eşit olacaktı. Böylece ikili averaj devreye gireceği için
şampiyon, Galatasaray’la oynadığı maçı kazanan Modaspor olacaktı. Galatasaray
ise ikincilikle yetinmek zorunda kalacaktı şampiyon olması gerekirken.
Buydu işte o şeytanî plan. Ancak bu plan
federasyondan döndü o gece. Çünkü kararlarını sahada yapılan şeytanlıkları
görmezden gelerek değil, spor ahlâkını gözeterek veren yürekli insanlar vardı o
dönem federasyonlarda. Maçtan hemen sonra acilen toplanan Basketbol Federasyonu
kupayı ikiye bölerek hem Galatasaray’ı, hem de Modaspor’u basketbolda Türkiye
Şampiyonu ilan etti.
Böylece 1954-1955 sezonu basketbolda ilk ve tek
olarak iki takımın da şampiyon olduğu sezon olarak geçti tarihe.
Sizler unutturmaya çalışsanız Tarih unutturmaz o
yarım ama şerefli kupayı. Çünkü tarih sadece şampiyonları değil, küçük oyunlar
yüzünden şereflerini korumayan takımları, kulüpleri de yazar. Hem de üzerinden
tam 60 küsur sene geçmiş olsa bile. Hem de unutmamak ve affetmemek üzere.
* Bildiğiniz gibi Galatasaray camiası bir Cemal
Nalga skandalı ile sarsıldı. Herkes biliyor ki Galatasaray camiasından tek bir
kişi bile bu (ADI ÜSTÜNDE) skandalı asla savunmadı ve hatta büyük çoğunluk her
türlü zararı kabul edip başkandan takımı ligden çekmesini dahi istedi.
Herkesten önce kulüp sorumluları bünyesinden uzaklaştırdı ve gereken cezaları
verdi.
Hiç kimse, "KIM YAPTIYSA, NE YAPTIYSA KULÜBÜ
IÇIN YAPMIŞTIR" demedi....
İşte, ne için yapıldığı belli olmayan ve
Galatasaray'a yaşattığı rezillikten başka en ufak bir getirisi olmayan bu
(BİZİM DE KABUL ETTİĞİMİZ) rezillik için ASRIN SKANDALI diyen malum kişilerin
geçmişte bu ülke halkına yaşattıklarını bir kez daha gözler önüne serelim ve
tekrar bir hatırlatmada bulunalım.
Okuyun ve TARİHİN TOZLU SAYFALARINDAN YERİNİ ALAN
İLK VE EN BÜYÜK ŞİKE VE SKANDAL'ı ile bizlerin SKANDAL dediği CEMAL NALGA
olayını bir karşılaştırın bakalım. CEMAL NALGA olayı bir SKANDAL ise ki öyle.. O
ZAMAN F.BAHÇE'NİN YAPTIĞININ ADINI NE KOYMAK GEREKİR.. KARAR DA YORUM DA
SİZLERİN..
2. FUTBOLDA YAŞANANLAR...
1951 yılında FENERBAHÇE İNÖNÜ STADINDA BEŞİKTAŞ İLE YAPACAĞI LİG
MAÇINA SIRF GALATASARAY ŞAMPİYON OLMASIN DİYE HERKESİN GÖZÜNÜN İÇİNE BAKA BAKA
SAHAYA İKİ LİSANSSIZ FUTBOLCU İLE ÇIKARAK, BİLEREK İSTEYEREK HÜKMEN MAĞLUP
OLMUŞ...
Bu Rezalet Fenerbahçe'nin önde gelenlerinden ve
taraftarlardan büyük tepki görmüş.. Üstüne üstlük.. Efsane futbolcu Lefter bu
maçta öyle bir penaltı kaçırmış ki evlere şenlik.. İşte o penaltı günün
gazetelerinde """Lefter'in akıllara hayret verici penaltısı uzun
müddet bizzat Fenerliler tarafından yuhalanmıştır""" şeklinde
yer almış.
YAŞANANLARI KISACA ÖZETLEMEK GEREKİRSE;
1951 yılı İstanbul Ligi son maçlar (Galatasarayın
1 maçı eksik) 8 Nisan 1951. Son maç Beşiktaş-Fenerbahçe. Fenerbahçe, Beşiktaşı
yenerse, Galatasaray eksik maçını kazanması halinde şampiyon. Beşiktaş,
Fenerbahçeyle berabere kalır yada kazanırsa Beşiktaş şampiyon. Fenerbahçe maça
iki tane lisansız futbolcuyla çıkıyor, maçın hakemi maçı başlatmadan önce
uyardığı halde bilerek ve isteyerek hükmen mağlup oluyor, Galatasaray şampiyon
olmasın diye. Oynanan maçı da Beşiktaş 3-1 kazanıyor.
Bazı gazete ve mecmualar "Güzel
bir formülle(!!!) sahaya gayri nizami iki oyuncu ile çıkan Fenerbahçe
Beşiktaş’a borcunu ödedi." derken bazı gazeteler de “BORÇ
ÖDENDI ALACAK NE İDİ” diye başlık
atarken sonradan mesele çok daha iyi anlaşılmış.
Meğer Fenerbahçenin 1943 yılından bir borcu varmış
Beşiktaşa....
Meğer bu maçtan yaklaşık 8 sene önceki hesap şöyle
oluşmuş.
Tarih 23 Mayıs 1943. Günlerden Pazar.
Şeref Stadında Milli Küme karşılaşmalarının
sonuncusu Beşiktaşla Fenerbahçe arasında oynanacak. Eğer maçı Beşiktaş kazanır
veya berabere kalırsa Galatasaray, yenilirse Fenerbahçe şampiyon olacaktı.
Herkes Galatasaray aleyhinde iki rakibin anlaştığını iddia ediyordu. Nitekim
Beşiktaşlılar sahaya acayip bir takımla çıkınca dalavere bütün çıplaklığıyla
kendini gösterdi. Amma Beşiktaşlılar efendice(!!!!!) hareket edip, Fenerbahçelilerini
geçen hafta yaptıkları gibi hükmen mağlubiyeti evvelden kabul etmeyerek
kozlarını sahada pay etmek istediler. Bu karşılaşmadan evvel Fenerbahçe ile
yaptıkları üç maçı da kazanan Beşiktaşlılar ne olursa olsun, Galatasaray
şampiyon olmasın diye çıkardıkları şu garip takıma bakın aziz okuyucularım:
Celadet- Saim, İbrahim-Hüseyin – Ömer - Ali- Sabri - Hakkı –Kemal – Cahit -
Şükrü..
Ve pek tabi, bundan evvelki son üç maçında
Beşiktaş'a mağlup olan Fenerbahçe eşsiz(!!!!!) bir galibiyet alarak Beşiktaşı
4-1 yener...
Ertesi gün bu maçı Cumhuriyet gazetesine tanınmış
bir spor muharriri Eşref Şefik haberini şu başlıkla yazmıştı.“ŞEREFSIZ BEŞIKTAŞ
TAKIMI DÜN FENERBAHÇEYE 4-1 YENILDI”... İşte tarih tekerrürden ibarettir
derler. Çok doğru bir söz. Tam sekiz sene sonra Fenerbahçeliler, Beşiktaşlılara
olan şampiyonluk borçlarını ödediler. Hem de ne şekilde. Faiziyle birlikte.
Evvela hükmen mağlup oldular. Yani Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşmalarının
90.ıcısı olan maçı hükmen yani 3-0 ve 91.incisi olan hususi maçı da 3-1
kaybederek. Herhalde Fenerbahçenin kıymetli idarecileri alacaklı olan
Beşiktaşlılara borçlarını faiziyle ödemekten ziyadesiyle memnun ve
mesrurdurlar. Bereket versin biz Galatasaraylıların buna benzer ne bir borcumuz
ve ne de bir alacağımız var.
Yukarıda bahsettiğim o meşhur 3-1'lik mağlubiyet
ile ilgili olarak;
9 Nisan 1951 tarihli SON TELGRAF gazetesinde
“Dünkü maça iki lisansız futbolcu ile başlayan F.B., hükmen mağlubiyeti kabul
etmişti. Bu müessif hadiseye inzimamen sahadaki oyunu da 3-1 kaybetti.” Başlığı
altında HALİT KIVANÇ’ın yazısı aynen şöyle idi: ... Lig şampiyonunu tayin
edecek olan dünkü maç, maalesef pek nahoş bir şekilde kapandı ve spor
hayatımızın acı vakalarından biri olarak tarihe geçti... ...Normal olan şekli
F.B. takımının en kuvvetli tertibiyle sahaya çıkması ve rakibini yenmesi idi.
Bu arada dolaşan dedikodulara aslan inanmıyor ve Sarı-Laciverdin bu kudretli
kadrosunu bekliyorduk. Fakat maç saati geldiği anda, İnönü Stadyumunu dolduran
25 binden fazla seyirciyi hayal sukutuna uğratan bir manzara ile karşılaştık.
F.B. sahaya lisansı olmayan iki oyuncu ile çıkıyordu. Evet, Fener takımı, daha
birinci dakikada mağlubiyeti hem de kendisine bir tek puan bile kazandırmayacak
olan hükmen mağlubiyeti kabul etmişti. Bu demektir ki, Sarı-Lacivertliler puan
ve fikstür icabını suistimal ederek şampiyonluğu Beşiktaşa vermeyi uygun
görmüşlerdi....F.B. gibi şerefli ve şöhretli bir kulüp, bu gibi kaprislere alet
olacak tıyniyette bir teşekkülmüdür? Sarı-Lacivert şeref dolu tarihinde böyle
peşin bir mağlubiyet bulunduğunu biz zannetmiyoruz. F.B. taraftarları dün büyük
yeis içindeydiler, günü erken saatlerinden itibaren stada koşan binlerce
seyirciyi istismar etmeye kimin hakkı vardı?
...Herhalde bu hadisenin resmi bazı neticeleri de
olacaktır. Başta böyle bir gayrinizami oyuna müsaade eden hakem olmak üzere
müsebbipler hakkında gereken kararların alınması doğru olur.
O günlerdeki gazetelerde ve mecmualarda yazanları
anlatmaya kalkmayayım çünkü sayfalar yetmez yaşanan o rezillikleri anlatmaya...
Mesela, en basitinden HER GÜN gazetesinin söz
konusu maç ile ilgili başlığı aynen şöyle idi;
"SATILAN FENERBAHÇE"
İşte Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel 'in sözleri:
“Çok hazin bir spor hadisesi karşısında bulunuyoruz. Bir Fenerbahçeli olarak
üzüntüm büyüktür. Fenerbahçenin yaptığı bu hareket, asla sportmenliğe sığmaz.
Ben bazı Fenerli arkadaşlarımla, meseleyi anlar anlamaz maçın yarısında stadı
terkettim. Fenerli idareciler çok çirkin bir iş yapmışlardır.”.....
Acaba "BU ÜLKEYE ŞİKEYİ GALATASARAY
GETİRMİŞTİR" diyen süper zeki(!) beyfendiler(!) bu konularda ne
düşünürler, ne söylerler gerçekten çok merak ediyorum.:))..
EMİNİM ŞİMDİ AZİZ
BEY İLE ÖĞÜNDÜKLERİ GİBİ, ŞİKE İLE GURUR DUYDUKLARI GİBİ O GÜNLERDE
YAŞANANLAR İÇİN DE BİR KURTULUŞ SAVAŞI HİKAYESİ UYDURURLAR. O DAVRANIŞLARINDAN
DA BİR KAHRAMANLIK DESTANI ÇIKARIRLAR.:))..
Daha ayrıntılı bilgi isteyenler: http://www.turkspor.net/default.asp?o=1&id=55075
22 Mayıs 2012 Salı
Baba, Hadi Bana Ali Sami Yen'i Anlat
Mahalle futbolu benim mahallemde yok artık. bizlere ilham veren o eski
futbolcular yok. sokaklarda bizim heyecanımızla top koşturan çocuklar
yok. ne yaparsak yapalım eski Galatasaray yok. Mecidiyeköy yok, Kapalı
da Eski açık da yok. o temiz oyun yok artık, onu temiz tutma kavgasında
yenildik. futbola dair çok fazla şey kaybettik biz.
yerine yapılacak alışveriş merkezi için inşaat çalışmalarına ara vermeden devam ederken Merhum Ali Sami Yen'i andık geçen gün Biraz buruk biraz hüzünlü.. Parçalı formayı yıkılmadan gidip içinde görebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. yıllar sonra anlatabileceğim, "ben de bulundum" diyebileceğim için bahtiyarım.
Belki yıllar sonra Parçalı Formayı giymiş Bir Futbolcumuz aşağıdakine benzer bir anı anlatacak ve o statda bir nefes bile bulunanlar çok şey anlayacak
ARJANTİN
Buenos Aires'de işçi ailelerinin yoğunlukla yaşadığı Boedo Semtinde bir stad vardır . San Lorenzo'un eski stadı Estadio Gasometro..
San Lorenzo, 1979'da borçları yüzünden stadı satmak zorunda kalmıştı. Yeni stadın ismini de Nuovo (Yeni) Estadio Gasometro koymuşlar. Sonra da eski başkanlarından Pedro Bidegain'in ismi verilmiş yeni stada. Eski stadyumunu kapasitesi 75 bin olan San Lorenzo 14 yıl evsiz kaldı. 1993'de açılan yeni stadı ise 43 bin kişilikti.
yerine yapılacak alışveriş merkezi için inşaat çalışmalarına ara vermeden devam ederken Merhum Ali Sami Yen'i andık geçen gün Biraz buruk biraz hüzünlü.. Parçalı formayı yıkılmadan gidip içinde görebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. yıllar sonra anlatabileceğim, "ben de bulundum" diyebileceğim için bahtiyarım.
Belki yıllar sonra Parçalı Formayı giymiş Bir Futbolcumuz aşağıdakine benzer bir anı anlatacak ve o statda bir nefes bile bulunanlar çok şey anlayacak
ARJANTİN
Buenos Aires'de işçi ailelerinin yoğunlukla yaşadığı Boedo Semtinde bir stad vardır . San Lorenzo'un eski stadı Estadio Gasometro..
San Lorenzo, 1979'da borçları yüzünden stadı satmak zorunda kalmıştı. Yeni stadın ismini de Nuovo (Yeni) Estadio Gasometro koymuşlar. Sonra da eski başkanlarından Pedro Bidegain'in ismi verilmiş yeni stada. Eski stadyumunu kapasitesi 75 bin olan San Lorenzo 14 yıl evsiz kaldı. 1993'de açılan yeni stadı ise 43 bin kişilikti.
El Nene" Sanfilippo
Gerisini ; Kitapları onlarca dile çevrilen ve 20'den fazla ülkede yayımlanan yazar Osvaldo Soriano,dan dinleyelim.
Sevgili Eduardo,
Geçen gün Carrefour’daydım. Biliyorsun, orası San Lorenzo Kulübü’nün eski stadının bulunduğu yere inşa edilmişti. Oraya, San Lorenzo’da dört yıl arka arkaya gol kralı olan, çocukluk dönemimin kahramanı Sanfilippo ile birlikte gittik. Tencereler, tavalar, peynirler, asılı duran sucuklar arasında dolaşıyorduk. Kasaya yaklaşmıştık ki, Sanfilippo birden kollarını açarak bana şöyle dedi:
“Düşün ki, Boca ile oynadığımız maçta Roma’ya golü tam bu noktada atmıştım.”
El arabasına tepeleme doldurduğu konserveleri, etleri, sebzeleri güçlükle taşıyan şişman bir kadının önüne geçerek konuşmaya devam etti:
“Futbol tarihine geçen en hızlı goldü o.”
Kornerden gelecek topu bekler gibiydi ve heyecanla o ânı anlatıyordu:
“Takımın gençlerinden 5 numaraya şöyle dedim: ‘Düdük çalınır çalınmaz topu bana havadan gönder. Hiç heyecanlanma, seni mahcup etmeyeceğim.’ Ben yaşça ondan büyüktüm, çocuğun adı Capdevilla’ydı. Heyecanlanmıştı, beceremeyeceğinden korkuyordu.”
Sanfilippo mayonez şişelerinin olduğu yeri işaret ederek anlatmayı sürdürdü:
“Topu tam oraya yerleştirdi.”
Etraftaki müşteriler nefeslerini tutmuş, bizi izliyordu.
“Top defansın ortasında oynayan adamların arkasına düştü. Hemen fırladım fakat biraz uzağa gitmişti. Şu pirinç torbalarının durduğu yere, görüyor musun?”
Alt sıradaki rafı gösteriyordu. Sonra yepyeni lacivert takım elbisesine, gıcır gıcır cilalı ayakkabılarına aldırış etmeden bir tavşan gibi fırladı. “…güm diye bir çaktım topa!”
Sol ayağıyla vurmuştu. Otuz yıl önce kalenin bulunduğu, şimdi kasanın durduğu yöne doğru çevirdik bakışlarımızı… Hepimiz topun kaleye girişini görür gibiydik. Tam pillerin ve tıraş bıçaklarının dizili olduğu yerden girmişti.
Sanfilippo sevinçle kollarını havaya kaldırdı. Müşteriler ve kasiyer kızlar coşkuyla alkışlıyordu. Neredeyse hüngür hüngür ağlayacaktım. O zamanlar Nene takma adıyla bilinen Sanfilippo, 1962’deki golü yeniden atmıştı, sırf ben göreyim diye… Osvaldo Soriano
Geçen gün Carrefour’daydım. Biliyorsun, orası San Lorenzo Kulübü’nün eski stadının bulunduğu yere inşa edilmişti. Oraya, San Lorenzo’da dört yıl arka arkaya gol kralı olan, çocukluk dönemimin kahramanı Sanfilippo ile birlikte gittik. Tencereler, tavalar, peynirler, asılı duran sucuklar arasında dolaşıyorduk. Kasaya yaklaşmıştık ki, Sanfilippo birden kollarını açarak bana şöyle dedi:
“Düşün ki, Boca ile oynadığımız maçta Roma’ya golü tam bu noktada atmıştım.”
El arabasına tepeleme doldurduğu konserveleri, etleri, sebzeleri güçlükle taşıyan şişman bir kadının önüne geçerek konuşmaya devam etti:
“Futbol tarihine geçen en hızlı goldü o.”
Kornerden gelecek topu bekler gibiydi ve heyecanla o ânı anlatıyordu:
“Takımın gençlerinden 5 numaraya şöyle dedim: ‘Düdük çalınır çalınmaz topu bana havadan gönder. Hiç heyecanlanma, seni mahcup etmeyeceğim.’ Ben yaşça ondan büyüktüm, çocuğun adı Capdevilla’ydı. Heyecanlanmıştı, beceremeyeceğinden korkuyordu.”
Sanfilippo mayonez şişelerinin olduğu yeri işaret ederek anlatmayı sürdürdü:
“Topu tam oraya yerleştirdi.”
Etraftaki müşteriler nefeslerini tutmuş, bizi izliyordu.
“Top defansın ortasında oynayan adamların arkasına düştü. Hemen fırladım fakat biraz uzağa gitmişti. Şu pirinç torbalarının durduğu yere, görüyor musun?”
Alt sıradaki rafı gösteriyordu. Sonra yepyeni lacivert takım elbisesine, gıcır gıcır cilalı ayakkabılarına aldırış etmeden bir tavşan gibi fırladı. “…güm diye bir çaktım topa!”
Sol ayağıyla vurmuştu. Otuz yıl önce kalenin bulunduğu, şimdi kasanın durduğu yöne doğru çevirdik bakışlarımızı… Hepimiz topun kaleye girişini görür gibiydik. Tam pillerin ve tıraş bıçaklarının dizili olduğu yerden girmişti.
Sanfilippo sevinçle kollarını havaya kaldırdı. Müşteriler ve kasiyer kızlar coşkuyla alkışlıyordu. Neredeyse hüngür hüngür ağlayacaktım. O zamanlar Nene takma adıyla bilinen Sanfilippo, 1962’deki golü yeniden atmıştı, sırf ben göreyim diye… Osvaldo Soriano
Ama iyi oldu Ali Sami Yen stadyumunun yıkıldığı. neden iyi oldu ? Çünkü böylesine Paranın Esiri olmuş
bir Futbol Dünyasında , Böylesine bir yapının kalması, hem böylesine mükemmel ruhu
olan bir yapıya ihanet, hem de bu hale gelmiş Türk Futboluna hakaretti O stadyumda Metin'in ayak izi vardı Futbolun gerçek ruhu vardı . İhanetler son bulmadı ama O temiz ruhun çimleri kurtuldu üzerinde kirli ayakları yürümedi .
Umarım tez
zamandaTürk Futboluda kurtulur.
15 Mayıs 2012 Salı
Galatasaray'ın kupayı karanlık stadda alması sanırım daha anlamlı olamazdı:
-Senaryosu itinayla yazılmıs binlerce oyun
-Günah geçisi olarak ilan edilmiş ve şikeyi tek başına yapmış gibi ceza alan futbolcular
-Federasyonun bir takımı kurtarmak için türk futbolunun geleceğinden vazgeçmesi
-Galatasaray'ı da bir şekilde bu pisliğin içine çekme çabaları
-Türlü türlü yüzsüzlükle şampiyonluğu hala hakettiğini savunan ve şampiyon olamayınca haketmiş gibi ortalığı talan eden binlerce taraftar
... ve daha niceleri.
O karanlıkta tek parlayan şey Galatasaray oldu.
-Senaryosu itinayla yazılmıs binlerce oyun
-Günah geçisi olarak ilan edilmiş ve şikeyi tek başına yapmış gibi ceza alan futbolcular
-Federasyonun bir takımı kurtarmak için türk futbolunun geleceğinden vazgeçmesi
-Galatasaray'ı da bir şekilde bu pisliğin içine çekme çabaları
-Türlü türlü yüzsüzlükle şampiyonluğu hala hakettiğini savunan ve şampiyon olamayınca haketmiş gibi ortalığı talan eden binlerce taraftar
... ve daha niceleri.
O karanlıkta tek parlayan şey Galatasaray oldu.
Tek bir leke olmadan.
O kupa bunca karanlığın içinde kalktı ya bana yeter..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)