Seni sevdik, Gönül verdik Şanlı Galatasaray

Seni sevdik, Gönül verdik Şanlı Galatasaray

12 Ağustos 2008 Salı

İki Sibel İki Öykü…

29. Yaz Olimpiyat Oyunları'nda Türkiye ilk madalyasına halterde Sibel Özkan ile ulaştı .. Peki Hiç merak ettiniz mi Sibel Özkan Bu Madalyaya nasıl ulaştı .. Annesi vefat ettikten sonra yetiştirme yurdunda büyüyen yetenekli sporcu, hayatla mücadelesine çok erken başlar. Konya Necati Çetinkaya Kız Öğrenci Yetiştirme Yurdu'nda kalan Özkan, 6 yıl önce judoyla spora adım atar. Daha sonra Milli Takım antrenörü Talat Ünlü'nün keşfettiği Özkan, haltere başlar. Bu spora kısa sürede adapte olan Sibel, hayatın acılarına zaten alışkındır. Onun için barın ucuna takılı olan ağırlıklar çocuk oyuncağı gibidir. Çalışmayı çok seven ve hiçbir antrenmanını aksatmayan başarılı sporcu, kısa sürede Milli Takım'a girmeyi başarır. 3 Mart 1988 Afyonkarahisar doğumlu genç sporcu, Talat Ünlü ve Osman Nuri Vural hocalardan pek çok şey öğrenir. Milli Takım'da kendine yer veren hocalarının yüzünü kara çıkarmaz ve gençlerde Avrupa şampiyonu olur. Daha sonra dünya şampiyonalarında derece elde etmeyi başaran şampiyon halterci, Avrupa rekorunu da kırınca büyük umutlar vaat etmeye başlar. Aynı zamanda Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'nda öğrenim gören milli sporcunun, hedefi artık olimpiyatlarda bu sporun zirvesine çıkmaktır. Genç sporcu, geçen yıl 2008 Pekin Olimpiyatları'na hazırlanmaya başlar. Pekin'de madalya alacağının sinyalini ise iki ay önce Kolombiya'da gerçekleşen Dünya Genç Bayanlar Halter Şampiyonası'nda, 48 kiloda 3 altın madalya kazanarak verir. Sibel'in ağzından yetiştirme yurdundaki bir gününü öğrendiğimizde neden en fazla gülmeyi onun hak ettiğini anlayabiliyoruz: "Sabahları saat 04.45'te kalkardım. Hazırlanır, kahvaltımı yapardım. 07.00'de okula giderdim. 14.00'te okuldan yurda döner ve 16.30'a kadar etüt saatinde ders çalışırdım. Akşam spor salonuna gidiyor ve 19.00-21.00 saatleri arasında antrenman yapıyordum. 21.00'i geçiremiyordum, çünkü yurda girişlerin son saati bu. Yurtta ne çıkıyorsa, onu yiyordum. Özel bir şey yapmıyordum." Peki Sibel Aslaner’i (Ak) Unuttunuz mu ? ..Ülkemize jimnastik gibi hiç ümidimiz olmayan bir spor dalında Balkan Şampiyonasında Altın Madalya ve sayısız Şampiyonluklar getiren Sibel Aslaner’in hayatı da diğer Sibelimiz den farksız . Ali Sami Alkıştan dinleyelim .Sibel doğduğunda annesi Fadime ve babası Mustafa ayrı yaşıyordu. Karı koca gibi değil, birer düşman gibiydiler. Fadime Hanım eşine karşı o kadar öfke doluydu ki ondan doğan çocuğunu bile istemedi. Sibel adını verdikleri kızlarını, daha bir aylıkken kocasının kaldığı evinin kapısı önüne bıraktı. Baba Mustafa Aslaner de, soğuk bir kış günü kapı önünde ağlarken bulduğu kızını, kaptığı gibi eşinin kaldığı evin önüne terk etti. Bu kez Fadime Hanım. Sibel’i yeniden kaparak eski bıraktığı yere koydu. Baba baş edemeyince, Sibel’i cami avlusuna terk etti. Durumu bilen konu-komşu, bebeği terk edildiği yerden alarak anneye teslim etti. Fadime Hanım, tepkiler üzerine çocuğuna sahiplenmek zorunda kaldı. Ama bu kısa sürdü... Çünkü kızını Ankara’ya götürüp Aktepe’de oturan akrabası Huriye hanıma ‘Al ne yaparsan yap’ diye teslim edip kaçtı. O da, ‘Ayol ben bunu ne yapayım’ diye söylenip, bir evlat edinmek isteyen Amasyalı Fikriye hanıma parayla sattı. Fakat Sibel iki yaşına geldiğinde, kadın öldü. Evde başka kimse yaşamadığı için minik Sibel ceset başında uzun süre tek başına kaldı. Ağlamaya başladı... Sesini duyan komşular, balkon penceresinden içeri girip cenazeyi kaldırdılar. Sibel’i de, ölen Fikriye Hanım’ın kardeşi Taliye Hanım’a teslim ettiler.Taliye Hanım, Sibel’e kol-kanat gerdi. Emekli maaşı ile baktı, okuttu... Sibel’in bir okul arkadaşı, Ankara 19 Mayıs Salonu’nda yapılacak jimnastik seçmelerine katılacaktı. Onu da çağırdı. Sibel kabul edip başvuruyu yaptı ve seçmeleri kazandı. Artık yaşamında yeni ama yorucu bir dönem başlamıştı. Çünkü sabah oturdukları Sıhhiye semtinden Kurtuluş ilkokuluna yürüyerek gidiyor; öğleden sonra da idman yapacağı 19 Mayıs Spor Tesisleri’ne geçiyordu. İdman bitiminde de, yorgun argın tekrar yürüyerek evine dönüyordu. İndirimli öğrenci biletiyle bile, otobüse binecek parası yoktu. Sibel gıkını çıkarmıyordu. Bu azmi sayesinde, sadece bir yıl içerisinde milli takıma seçildi. Milli mayoyu ilk kez, Arnavutluk’a karşı giydi. O güne kadar jimnastikte sesi soluğu çıkmayan Türkiye, Sibel’in sayesinde önemli çıkışlar yaptı. Ancak mutlu günler uzun sürmedi. Çünkü cici annesi Taliye Hanım, çok hastaydı. Bir gün Sibel’i yanına çağırdı ve şöyle dedi: ‘ Senden üç şey istiyorum. Birincisi yurtdışında şampiyon olmanı... İkincisi evliliğini görmeyi... Üçüncüsü senin kollarında ölmeyi...’ Taliye Hanım güçlükle konuşuyordu. Yatağına uzandı, bir bardak su istedi. Sibel 13 yaşın çocuksu telaşı içinde bir kolunu başının altından geçirip öbür eliyle de su içirmeye çalıştı. Taliye Hanım, kurumuş dudaklarıyla suyu içtikten sonra, başı arkaya düştü... İstediği üç şeyden birisi gerçekleşmiş Sibel’in kollarında ölmüştü.Talihsiz kız gene yalnız kalmıştı. Çünkü Taliye Hanım’ın kimsesi yoktu. O dönemdeki adıyla Beden Terbiyesi Bölge Müdürü olan Çetin Şahiner imdada yetişti... Sibel’i jimnastikte iyi bir geleceğin beklediğini fark etmişti. Ziyan olmasını istemedi, ‘Gel benim kızım ol’ dedi. Evine aldı, eşiyle birlikte öz kızları gibi baktılar. Sibel, Çok çalışıyordu... Bu yüzden de başarılar birbiri ardına gelmeye başlıyor, ardı ardına şeref kürsülerine çıkıyordu. Türkiye, tarihinde ilk kez onunla Balkan Şampiyonluğu’na ulaşıyordu. TRT onunla sık sık röportaj yapıyor, fotoğrafları gazetelerde yer alıyordu. Milliyet Gazetesi’nin Yılın Sporcusu aday listesine girdi. Tanınmaya başlayınca, onu cami avlusuna terk eden babası Mustafa Aslaner bir anda ortaya çıktı ve ‘Kızımı bana verin’ dedi. Resmi babası olduğu için, mecburen Sibel’i ona verdiler. Mustafa Bey yarışmalarda durmadan altın madalya kazanan kızının kazandığı ödüllerin gerçekte altın olmadığını öğrenince, o kızgınlıkla Sibel’i bayıltıncaya kadar dövdü. Şampiyon kız, dayanamayıp baba evinden kaçtı. Bölge Müdürü Çetin Şahiner’in evine gitmeye utandı. Geceyi parklarda geçirdi. Ertesi gün, idmanlarda tanıdığı ve sıcak duygular beslediği halterci Ahmet Ak’a sığındı. O da Sibel’i karşılıksız bırakmadı, beraber yaşamaya başladılar. Ahmet Ak, Sibel henüz 16 yaşında olduğu için evlenemiyordu. Babasının yazılı onayı gerekiyordu. Fakat baba, para talep etmişti. Denkleştirip ödediler ve evlendiler. Her iki Sibelimiz de fırtınalı yaşamının hırsını Kürsülerden Şampiyonluklardan madalyalardan çıkardılar. Özlem, yoksulluk ve sıkıntılarla geçen yaşama teslim olmamanın en büyük ödülünü doya doya yaşadılar .

Bu Ülkenin Onlara veremediğini Onlar Ülkelerine Fazlasıyla ödediler… İyi ki varsınız . Helal Olsun ..

7 yorum:

Adsız dedi ki...

sibel aslaner benim annem olur:)

Adsız dedi ki...

Sibel Ortaokulda Sınıf arkadaşımdı ve biz onunla gurur duyardık

Unknown dedi ki...

Teşekkür ederim

Unknown dedi ki...

Teşekkür ederim

Unknown dedi ki...

Annesi numune hastanesinde yatarken Ülker ve ben birlikte hastaneye gitmiştik kısa süre sonra vefat etmişti sibel aslaner hayata 3/0 yenik baslayanlardan 🙏

Adsız dedi ki...

Benimde orta okulda sınıf arkadaşımdı,kurtuluşta

Adsız dedi ki...

Teşekkür ederim 🙏🙏❤️❤️